Yıl 2007, işsiz dönemim nisan ayına denk gelince de çok seviniyorum çünkü festivalde bol miktarda film seyredebileceğim. Sabah 9’da işe gider gibi evden çıkıyorum, 16 seansı sonrası da işten döner gibi de eve gidiyorum. Her gün aynı rutin ama nasıl mutluyum, anlatamam. Bir türlü vakit bulup yapamadığımı yapıyorum, bir filmden çıkıp diğerine giriyorum.

Gene böyle yoğun günlerden birinde, 13.30 seansından çıkınca arayan var mı diye cep telefonuma bakıyorum, annem aramış. Beni iş görüşmesine çağırıyorlarmış, cepten aramışlar ama ulaşamayınca da evden aramışlar benden telefon bekliyorlarmış. Seans geç mi bitmiş ne, çok az vaktim var ama arıyorum, Emek Sineması’nın dış koridorunda konuşmaya başlıyoruz aracı firma ile. İşte şöyle firma, işte böyle firma maaş biraz az falan ama görüşmeye çağırıyorlar sizi yarın gidebilir misiniz diyorlar. Bende “tabii ki” diyorum ama çok film kaçırmama düşüncesinden olsa gerek “sabah erkenden olsun görüşme” diye de ekliyorum. Telefonu kapatır kapatmaz da yarın hangi filmler var hangilerini yakmak zorunda kalacağım diye bakıyorum. Hangi saatte görüşmeye gidersem gideyim en azından iki filmim gidecek ya içim yanıyor. İş görüşmesi yapmak kimin umurunda, festivalimin üzerine kuma alıyorum sanki. Bir koşu öğle yemeğimi de halledip Atlas’daki filmime giriyorum, neyse ki reklamlar başlamadan aracı firma arıyor, bir gün sonrası için firmadan randevu almışlar, sabah 10’da gidecekmişim, adres detayı, kimle görüşeceğim falan maille bildirilecekmiş. Bende teşekkür edip filmimi izlemeye başlıyorum. Ertesi gün sabah erkenden çıkıp gidiyorum görüşmeye, yanımda biletlerim, festival kitapçığım ve üzerimi değiştireceğim kıyafetler. Hayatımın geri kalanını etkileyebilecek bir görüşme yapıyorum belki ama aklım gidemediğim filmlerimde. Allahtan görüşme kısa sürüyor da, soluğu Beyoğlu’nda alıyorum. Yenimelek Sineması’nın tuvaletinde üstümü değiştirip 16.00’daki filmine giriyorum ve tempoma kaldığım yerden devam ediyorum. Film de nasıl güzel nasıl güzel.

İş görüşmesi yüzünden yaktığım o iki film içimde ukte kaldı belki ama, iyi ki gitmişim, dört yıldır o firmada çalışıyorum…
Paylaşın:
facebook friendfeed google_buzz twitter

YAZAR
NAZLI UCA
Sinema bir şenliktir!

İstanbul Film Festivali 1982'de kurulduğunda başka bir festivalde, İKSV'nin düzenlediği İstanbul Festivali'nde küçük bir bölümden ibaretmiş. Altı filmlik bu "Sanat Filmleri Haftası", şimdi yerinde yeller esen Harbiye Konak Sineması'nda yapılmış. Kaç kişi izlemiş bu filmleri, elimizde kesin bir bilgi yok, ama gördüğü ilgiyle sonraki yıl "Sinema Günleri" adını alıp bir aya yayılmış.

Dile kolay, otuzuncu kez yapılacak festival bu yıl: 30. İstanbul Film Festivali. Bir nesli büyüten, sinemateksiz bir kentin pelikül damarını besleyen, gösterdiği 3997 filmle kanımıza giren film gibi otuz yıl...

Festivalleri bizden yapan yalnızca gösterdiği filmler değil elbette. Heyecanını bugüne kadar toplam yaklaşık üç milyon izleyicisiyle paylaştı festival. Otuzuncu yılını da yine izleyicisiyle birlikte kutluyor. Bilet kuyruğundaki, film çıkışındaki, İstiklal Caddesi'nde koşan, yönetmenden imza alan izleyicisinin anılarını bilmek, görmek istiyor... Yıllar öncesinden bir bilet koçanıyla, üzeri işaretlenmiş çizelgesiyle, arkadaşına anlattığı anısıyla, bu film gibi otuz yılı sizden duymak istiyor...

Onat Kutlar'ın sözleriyle, "Sinema bir şenliktir!"